Bir zamanlar, çiçeklerle kaplı bir ormanda Cıvıl adında neşeli bir serçe yaşarmış. Cıvıl, kanatlarını çırparak ağaçlar arasında uçup herkesi güldürürmüş. Bir sabah, bir ağacın dalında eski bir flüt bulmuş. Flüt, ahşaptan oyulmuş ve altın işlemeliydi, sanki bir sır saklıyormuş. Cıvıl, flütü gagasıyla üfleyince hafif bir melodi çıkmış, ama yarım kalmış. “Bu ormanı şenlendirecek bir şarkı!” demiş, sevinçle.
Cıvıl, ormanın bilge kaplumbağası Yavaş’a danışmış. Yavaş, “Flüt, ormanın neşeli şarkısını çalar, ama üç dostun kalbiyle tamamlanır,” demiş. Cıvıl, flütü kanatlarına sarıp dere kenarına uçmuş. Orada, kurbağa Sulu ile tanışmış. “Şarkının ilk parçası, nilüferlerin gölgesinde,” demiş Sulu. Cıvıl, nilüferlerin arasında parlayan bir mavi taş bulmuş. Taşı flütle birleştirince, melodi daha net olmuş, ama hâlâ eksikmiş.